22 Temmuz 2020 Çarşamba

Mucib Amca

  

    

                                MUCİB AMCA

 Zamanın yorgunluğu yüzünde derin çizgiler bırakmış, hayatın ağır yükü boynunu eğmişti.  Bunu, onu ilk gördüğünüz anda gözlerinden ve her zaman mahcup ve çekingen tavırlarından okuyabilirdiniz.
“Eee amca, kimin kimsen yok mu?” dedim yüzündeki mahzun tavrı görmemek için gözlerine bakamadan. Bir eski yer bezi gibi buruşmuş ellerinde sigarasını, düşmesinden korkarcasına tutuyordu. “Ah be evladım, hiç olmaz mı? Üç oğlum bir de kızım var” dedi, O da bana bakmadan. “Almanya’ya çalışmaya gittim seneler önce. Dişimi tırnağıma takıp çalıştım, kazandım da. Ama içimde kazandıkça daha çok artan bir hırs vardı.  Önce memlekette bir arsa aldım, kazandıkça kat üstüne kat attım. Sonra Almanya’da ufak bir bakkala ortak oldum, ardından bir pastaneye ve lokantaya.  Artık bey diye anılır olmuştum. Seneler çabuk geçiyor ve ben bunu fark edemiyordum. 

         İlk geldiğim zamanlarda büyük oğlum henüz iki yaşındaydı. Sonra bir kızım ve iki oğlum daha oldu. Büyümüşler, okula başlamışlardı fakat ben bunu dahi göremeyecek kadar paragöz olmuştum. Tabii etrafımda sahte dostlarım da paramla birlikte artmıştı. İlk önce çalıştığım fabrikadan istifa ederek ayrıldım, ortağımdan ayrıldım ve bakkalı büyük bir market yaptım ve bir de şube açtım. Büyük oğlum liseyi bitirmeden okulu bıraktı. Marketin şubesinin başına geçirdim. Çocuklarım bana karşı çok soğuk ve saygısızdı çünkü onlara babalık yapmamış, onları hiç görmemiştim.  Ben ne kadar cimrilik yapıyorsam onlar da o kadar savurganlık yapıyorlardı. Bir zaman sonra kızım sessiz ve habersizce bir Almanla evlendi ve evi terk etti. İki oğlum ise zaten sabahlara kadar eve gelmez olmuşlardı. Derken bir gün kızım eve geri geldi, kocasından ayrılmış ve kucağında bebesiyle ortada kalmıştı.  Artık yaşlanıyordum ve işlerimle eskisi kadar ilgilenemiyordum. Evde de huzurum yoktu zaten. İlk önce oğlumun hesap bilmez harcamaları ve gösteriş düşkünlüğü yüzünden marketimi kaybettim, ardından hiç uğramadığım lokantayı ortağıma devrettim.
                     Ama artık düşüş başlamıştı ve durmaz bir hızla kaybetmeye devam ediyordum. Nihayet Türkiye’deki apartmanımı ve sahip olduğum şeyleri de satmak zorunda kaldım. Artık en başa dönmüş ve bir kiralık küçük dairede beş parasız kalmıştım. Eşimi de bir trafik kazası sonucu kaybedince artık gurbet eller yaşanmaz oldu benim için.
Eski gerçek dostlarımdan biri seneler sonra izimi bulmuş, halimi görmüş ve durumuma acımıştı. Hemen tanıdıkları vesilesiyle sigorta kurumuna benim adıma başvurarak emekli olmamı sağladı. Onun sayesinde emekli ikramiyemi alarak biraz rahatlamıştım. Memlekette küçük bir ev aldım ve Türkiye’ye kesin dönüş yaptım. Ve şimdi artık ahir ömrümde kendi halinde bir şekilde yaşayıp gidiyorum.” dedi uzun uzadıya anlattığı hikâyesini noktalarken.
            Onunla tanıştığım bu İstanbul-Ankara yolculuğu benim için çok kıymetli bir anı olmuştu ve hatta bir defasında ailemle Erzurum’a giderken, onu Yozgat’taki köyünde ziyaret etmiş ve bir çay içimlik de olsa misafiri olmuştum. Uzun zaman telefonla aramama rağmen ona ulaşamadım ve köy muhtarını aradım. Acı bir ses tonuyla o mahcup, o boynu bükük ve ümitleri sönmüş insanın Mucib amcanın vefat ettiğini öğrendim. Kanım dondu bir an ve soluğum nefesimi kesti sanki. Dilimden “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” ayeti, gözümden bir damla yaş döküldü.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder